16 Ekim 2010 Cumartesi

kirlendik

Kirlendik,



Bizi kirleten ne daha kirli ortamlarda yaşamamız ne de çöp evlerde yaşamaktı (ki çöp evlerde yaşayanlar belki bugünün kirliliğinden uzaklaşıp geçmişlerinin temiz günlerini arayanlardı. )



Tükettik



Amerikayı keşfeden ve istila eden beyaz adamın önce bizonları bizonlarlarla birlikte yerlileri sonra kendilerini tüketmeleri gibi bizde önce doğayı sonra insanı tükettik.



Tükendik



Doğaya saldırdık iştahımız arttıkça saldırılar için yeni yöntemler geliştirdik küçük ev bacalarını büyük sanayi bacalarına çevirdik. Doğayla birlikte kendimizi bitirdik.



Bencilleştik



Küçük mutluluklarla yetinmeyi bıraktık. Hep daha büyüğünü istedik. İstedikçe açgözlüleştik. Birbirimizden uzaklaştık bizi terkettik. Her şeyimizi kendimize ayarlamak istedik. Kavga ettik.



Taksitlendik



Taksit taksit hayatlar kurduk. Taksit taksit evlendik taksit taksit harcadık taksit taksit ödeyemeyince peşinen hayatlarımızı kararttık.



Kaybettik



Küçüklüğümüzde bize verilen karne hediyesi kitaplar yerine çocuklarımıza karne hediyesi olarak televizyon izleme bilgisayarda oyun oynama saatleri verdik. Verdikçe çocukluğumuzu ve çocuklarımızı kaybettik.



Özlemedik



Gidenin arkasından ağlamak yerine yerini neyle dolduracağımızı düşündük. Gideni özlemek yerine hemen unutmayı tercik ettik.



Kızdık ..........nefret ettik.................üzülmedik..............galiba sonunda bittik.........

CYRANO de Begerac


“FARKINDAYIM... Mühim olan mutlu musun?.. çookk eskiden beri tanıdığım arkadaşım... Ruhunu nasıl etkiledi merak ettim.. Zira bizim gibilerin mutluluk anlayışı farklıda... Defolu ruhların yani... “

Yukarıdaki sözler kendisinin de söylediği gibi çok eskiden bir arkadaşıma ait.

Sahi nasıl bizim mutluluk anlayışımız. Pek çok insanın acıya da ya da mutluluk diye tarif ettiği şeylere alışmış olduğumuzdan bünyemiz acıya ve mutluluğa dayanıklı. Çok kullanılmış ruhlar taşıyoruz. Acı olan tek yan bunu bizim kullanmamış olmamız. Kendimizi kullandırdık çok kereler. İlk seferlerde acıydı hissettiğimiz ama sonraları korkunç oldu sonuçları. Hiçbir şey hissetmemeye başladık. Donuklaştık acıya ve mutluluğa karşı.

Mesele donuklaşmakta zaten. Bizim gibiler birbirini anlar oldu sadece. Diğerleri üstünkörü ilişkiler.

Aynı ortamda eğer 10 kişiysek 2 kişi birbirimizi anlarız. Gözlerimiz birbirine değdiğinde ruhlarımızda değer. Bundandır sonsuza dek gülerken bir ortamda gözlerimiz birbirine değdiğinde sanki eğleniyormuşçasına kahkahalar atarak bakışlarımızı kaçırmamız ama yalnız kaldığımızda bakışlarımızı birbirine sabitleyip anlıyorum söylemene gerek yok dercesine birbirimize kafa sallamamız ya da çok derinse yaramız sigaralarımızı tellendirip sabaha kadar kâh ağlayarak kâh gülerek kâh birbirimizin gözyaşlarını silerek konuşmamız. O yüzden olacak birbirimizi pek görmeyiz zaten. Karşılaşmak istemeyiz. Biliriz birbirimize ihtiyacımız olduğu zamanları. Telefonda karşılıklı bende seni arayacaktım sözleri dökülür ağzımızdan. Belki de ruhlarımızı kullandırmamızın başka bir yolu bu. Eee ne demişler alışmış kudurmuştan beterdir.

Defolu ruhlar. Belki diğerleri buna itiraz eder ama ben eski don lastiklerine benzetiyorum ruhlarımızı.

Bir yerlere çekilmekten belki de çok kullanılmaktan yıpranmış artık. Koptu kopacak sanki. Ama hala kullanıyoruz. Çünkü o gidince çok şey gidecek hayatımızdan. Özgürlüğümüzü ona borçluyuz. Hayallerimiz ve hayal kırıklıklarımızı da. Çok hayal kurarak eskittik ruhumuzun lastiğini biz. Çok hayal kurmak çok hayal kırıklıklarını da beraberinde getirdi. Sadece yatağa yattığımızda kurulan hayallerde değildi bizimki. Biz günümüzün her anında hayallerimizi yerine getirmek için koşarken de hayaller kurduk. Hayallerimiz bizi aştı yaşamımızı aştı. Taşıyamayacağımız yükler getirdi hayatımıza. Ulan kim dedi ki tam gençlik çağında millet geleceğini kurtarmanın peşine düşmüşken sana ne başkalarının geleceğinden önüne baksana diyen olmadı ki desem yalan söylemiş olurum. Diyen oldu hem de çok ama dinleyen kim. İyimi oldu kötümü bilemem. Bunu yaşam hep kötü olmuş gibi gösterse de benim içimde hala bir şeylerin iyi olacağına dair umut var.

Yeni yeni kurtuluyoruz o yüklerden. Daha gerçekçi bakmayı öğreniyoruz hayata karşı. Çünkü hayat bize kendisini dayatıyor. Eskimiş olan ne varsa kurtuluyoruz. Kimimiz bağlarından, kimimiz kocasından kimimiz tüm yaşantısından. Benliğimizin ve çevremizin dayattığı her şeye karşı kurtuluyoruz. Lastiğimizi ne kadar uzatabileceğimizi denemek istiyoruz.

Belki benim birden işten ayrılmamda bunun eseri. Kopmak, uçmak istiyorum. Çok uzaklara gitmek ama nerden başlamak gerekiyordu. Ne kadar uzaklaşabileceğimi görmek istiyorum. O yüzden ilk adımı attım. Bir ortama girdiğimde benim gibi düşünen 2. Kişiyi bulmak istemiyorum. Diğer sekizi gibi normal olmak, diğerleri gibi çoğu şeyi düşünmemek. Çok mu istediğimiz

2. adım 1 sene sonra. O nemi. Şimdilik bana kalsın. Sadece az kaldığını biliyorum.



**************************



Aslında bu yazı yukarıda farkındayım diye başlayan alıntı ile başlamıştı. Ancak alıntıyı yaptığım kişi ile yazı üzerine telefonumda yaptığım görüşme sonrasında bazı eklentiler yapmak ihtiyacı ortaya çıktı. Yazının temeli psikoloji ve sosyal davranışlarla ilgiliydi. Biz insanların genelinin mutlu olduğu şeylerden pek hoşlanmayız. Bize özel bir ben duygusu yoktur. Biz diye konuşmayı severiz. Müthiş bazen bizi bile kızdıracak kadar müthiş bir paylaşım duygusuna sahibiz. Birisi bizden bir şey istemeye görsün yok yazmaz literatürümüzde. O kişinin mutluluğu bizi mutlu eder. Bazen salaklık derecesinde mutlu oluruz bu durumdan. Sanki bizim başarımızdır bu. O kişinin başarısından ya da başarısızlığından sana ne kardeşim diyenler çıkabilir. Hatta bunu çoğu zaman yardımcı olmaya çalıştığımız insanlar söyler. Hele de eleştiriler yok mu; bu yaşınıza geldiniz bir arabanız yok bir eviniz yok, ulan diyesim geliyor paylaşıyoruz diye aldığın paraları ver önce. Her neyse bunun psikolojide bir adı varmış. CYRANO kompleksi. Hani şu bizim Cyrano de Bergerac. Çok çirkin ama Roxan a âşık ve Roxan ın mutluluğu için onu seven Christian ın ağzından Roxana mektuplar yazar hatta Christian Roxana seranat yaparken tüm kelimeleri Cyrano söyler. Sevdiği kadının mutluluğu adına onun başkasına âşık olmasını sağlayacak kadar enayidir.

Bu duyguyu yıkmak için tiky ler de dahil her çevreden arkadaşa sahip olup kafamıza göre yaşıyoruz ama yok kardeşim olmuyor.

Bu nasıl bir paylaşım duygusudur. Kim ekti bunu bizim yüreğimize. .şarkıda dediği gibi artık ben sadece ben olmak istiyorum.
hayat herkese şans getirsin ve kimse şansına arkasını dönüp gitmesin

Mutlu kalın. Kalmazsanız da bana ne demek istiyorum. Diyemiyorum:)

fotograf izzet tokur

1 Ekim 2010 Cuma

hoşcakalın

6,5 yıldır çalışan ama deli gibi çalışan, sabah 7,30 da işe gidip gece yarıları işten çıkan, zevk için bazen sabah kadar kalan ve çevresindeki insanları da bu deliliğin içine bazen iyilikle bazen baskı ile sürükleyen bir insan işsizliğin ilk gününü nasıl geçirir sizce.

Gece yattığımda saat 03.00 sıralarıydı. Sabah ilk gözümü açmam 08.00 gibi oldu. Önce bir yataktan fırlayıp tüh geç kaldım derken sonra kendimi tekrar yatağa atıp hadi yat dedim kendine unuttun mu dün işten ayrıldın sen bugün işsizsin. Saat 09.00 gibi çıktım yataktan.

Uzun zamandır ilk defa tatillerin dışında evde kahvaltı yaptım alışkanlıktan olacak ekmek arası sandviç hazırlayıp çayımı alıp sandalyeden kalkıp bilgisayarın başına geçtim. Bakılacak ne rapor vardı nede mail. Hatta kullandığım bilgisayar ödünç alınmış bir bilgisayardı ki halen alışamadım.

Neyse gene de özel mailler vardı. Biraz facebook, biraz daha facebook ardından kitap okuyayım bari dedim. Biraz kitap okudum. Öğlen oldu acıktım az bir şey atıştırdım. Yurtdışı danışmanlık firmalarını araştırdım. Hatta birisi ile konuşup Salı günü için randevu aldım. Sonra yine facebook. Oha dedim kendime. Bari biraz dışarı çıkayım dedim çıktım çardağın altında oturup bir sigara içtim markete gittim. Marketten dönüşte kahveye uğradım bir çay istedim çayı getiren garson abi erkencisin hiç gelmezdin sen buralara dedi. İşten ayrıldım dedim şaşırdı, Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımı gördüm hayrola işten erken mi çıktın dedi onada ayrıldığımı söyledim. Yani akşama kadar gördüğüm insanlara açıklama yapmakla geçti günüm.

Yarın mı bakalım yarın nasıl geçecek. Galiba alışverişe gideceğiz. Pazar günü ise bolu yedi göllerdeyim. Yedi göllerin en güzel zamanı. Sararmış yaprakların fotoğrafını çekeceğim. Kendim gibi sararmış yapraklarını dökmüş ağaçları.

Geçende sevgili Mehmet âli bir yorum yapmıştı “Merhabalar, ayrılığa gebedir. Hoşça kal da buluşmaya bir şafak vakti. Hoşça kal diyelim”ve sevgili Serhanın dediği gibi “hoşça kalacağız... Dökülürken sonbahar avuçlarımıza... Teni değişecek doğanın, beyaza düşecek ayak izlerimiz... Anlımızdan akan teri sohbete katacağız... Ama ne olursa olsun hoşça kalacağız” her hoşcakal bir merhabadır aslında her yaprak dökümü yeni yaprakların habercisi, solan her çiçek yeni çiçeklerin habercisidir. Her fırtına arkasından gelecek güzel günün habercisidir. İnanıyorum her şey çok güzel olacak. Bu kadar kolay ve bu kadar zormuş ayrılık yeni merhabalar için hoşça kalın dostlarım



son olarak ah kayaköylüler ah. içimdeki beni bulmama sebep oldunuz ya.:)

fotograf izzet tokur