26 Nisan 2010 Pazartesi

çocuklar ah çocuklar


Bu günlerde çok canım sıkılıyor.
Çevreme bakıyorum insanlara bakıyorum bir umarsızlık, bir ikiyüzlülük sarmış insanları. Gelenler gidenler. Nereden gelip nereye gidiyoruz diye soran yok. Amaçsız bir nesil yetişti. 1980 darbesinin çocukları tamda darbecilerin istediği çocuklar olmuş. Tamamen apolitik bana neci bir nesil yetişmiş. Bencil bir nesil, paylaşım yok denecek kadar az. Herkes birbirine kazık atmanın derdin de. Herkesin duvarında ki bugün Allah için ne yaptın yazısını indirip Bugün millete kazık atmak için ne yaptın yazısını yazması lazım.
Ben 80 döneminde 7-8 yaşlarını yaşayan çocuklardandım. Benden 7-8 yaş büyük olanların cezaevlerine atıldıkları, asıldıkları dönemlerdi. Bu yüzden 12 Eylül’ün tüm etkilerini yaşayan kuşak değiliz. Mesela bugün İslami kesimin bu kadar gelişmesine karşı olanlar 12 Eylül döneminde sol muhalefete karşı imam hatipleri açmışlardı. Kızıl bayrağın dalgalandığı yerde yeşil bayrakları dalgalandırmaya başlamışlardı. Yeşil bayraklar şimdi başlarına dolandı o ayrı bir şey.
12 Eylülün çocukları 1980-1981 den sonra doğan çocuklar ise acıların çocuklarıydı. Emrah ile büyüyen, itilip kakılan arkadaşları tarafından aşağılanan kimselere güvenmeyen çocuklardı. Bu çocuklar şimdilerde 30 yaşlarında olmalı. Bunlardan bazıları hala güvensizliğin pençesinde kendisine yaklaşan kim olursa olsun acaba bana ne kazık atacak diye bakıyor. En azından benim gördüklerimin tamamına yakını öyle.
Birde 1990'lı yılların çocukları var ki onlar tam evlere şenlik. Şu an 20' lif yaşlarda olmalılar. Bu arkadaşlarımız tecno müzik, uyuşturucu ve alkol ile kendilerinden geçip tüm dünyanın kendilerine bakmak zorunda olduğunu hissetmenin verdiği bir iştahla abuk sabuk kıyafetler ve makyajla ortalıkta gezip durmakta. Bunların bir kısmına tiky deniliyormuş.
Bizim yetiştiğimiz dönemin şöyle bir özelliği vardı bizi diğer dönemlerden ayıran. Eskiden mahalle aralarında bak bu karısını dövüyor, bak bu sarhoş, hırsızmış diye tek tük insanlar gösterirlerdi. Şimdi AA bak bu dürüstmüş diye gösteriyorlar. Belki bundan 20 sene sonra bir zamanlar dürüstlük denen bir kavram varmış şimdi onlar tedavülden kalktı diyecekler. Bunları niye mi yazdım.
Bugün bir haber okudum. Bu haber ise beni dehşete düşürdü. 2000'li yılların çocuklarının Siirt’te yaptıkları. Yaşları 2 ve 3 olan iki çocuğa yaşları 13-14 olan 8 çocuk tarafından tecavüz edilmesi ve ardından çocukların ölüme terk edilmesi. Nasıl bir nesil geliyor. Nasıl çocuklar yetiştiriyoruz ki bebeklere tecavüz ediyor. Bunu onlara yapmaya iten ne. Nedir bu vahşetin sebebi. Çocukların bunu yapmasında sorumluluğu olanlar ayağa kalksın. 12 Eylülün paşaları, şakşakçıları sanık sandalyesine alalım sizi.

25 Nisan 2010 Pazar

23-24-25 nisan:Bünyemi bozan tatil

23 Nisan tatil dediler. Bünyem kaldırmadı. İlk gün sabah kahvaltısından sonra sokaklarda sürtmek için çıktım yollara. Aslında amacım fotoğraf gezisine çıkmaktı. Akşamdan gezi için çantamı hazırladım. Pilleri ve yedeklerini şarja koydum. Sabah kalkınca kapıyı çekip çıktım. Şöyle ilk kareyi yakaladığımda bir hevesle elimi çantaya attım ve o anda pilleri evde unuttuğumu fark ettim. Allahtan cep telefonu yine imdadıma yetişti. Ancak bu yinede "ayın salağı" unvanını kendime vermeme engel değil.
Yıllar sonra ilk kez Beyazıt meydanında gezdim. Okuldan bitirdiğimden beri gezmemiştim. Birazda genç olduğum zamanları aramaya çıkmış gibiydim. Önce okulumun duvarlarının dibinde bulunan tarihi merdivenlere oturup meydanı seyre daldım. Tam Cuma saati, insanların koşuşturması zaman yolculuğuna çıkarttı beni. Benim okuduğum dönemde her Cuma bir eyleme sahne olurdu meydan. Camiden çıkanlar her hafta protesto edecek bir şey mutlaka bulurdu. Hiç bir şey olmasa da İsrail mutlaka protesto edilirdi. Sonraları türban eylemleri ile anılır oldu meydanımız.
Meydandan sahaflara daldım. Kitapçıları ziyaret edip eski ve yeni kitap kokusunu içime çekerek geçtim sahaflardan. Ardından ver elini kapalı çarşı. Çarşı deyip geçmeyelim. Her seferinde muhakkak kaybolurum. Zamanın içinde kaybolmak gibidir bu aslında. Zamanın depremlerin yangınların eskitemediği çarşıyı klimalara yenik hale getirmeyi becermişiz. O kadar kira alıp verip, o kadar para akışının olduğu yerde hala dökülmüş boyalar, eskimiş duvar yazmaları altında kafasını kaldırmadan nasıl durur insanlar anlamadım. Bağırmak istedim ulan gelip geçene bakıp duracağınıza birazda kafanızı kaldırıp yukarıya bakın. Şu kapalı çarşı dizisinde görüldüğü gibi yeni teknoloji kamera ile mi kaplı gözleriniz. Kör müsünüz?

Ardında çemberlitaşa geçtim. Hamamı görünce uzun zaman olmuş hamama girmeyeli girip şöyle bir göbek taşına yatayım dedim. İyi ki demişim. Biraz tuzlu ama masaj iyi geldi canım. Ardından ver elini Samatya Meydanı. Ali haydarın Vakkas la kapıştığı, Vakkasın oğlunu kovaladığı Hanımla afeti devran Neriman’ın kapıştığı, Nerimanın kardeşi iğrenç Şeco’nun esnafa kan kustururken karısının peşinde koştuğu meydan, benim de çocukluğumun geçtiği Samatya.

Şimdi büyüdük az buçuk adam olduk ya bu yüzden artık oynama değil demlenme mekânı benim için. Önünden geçerken eski istanbul'un sadeliğinde esnafın selam verdiği hoş geldiniz dediği Samatya. Aynı masada Ermeni, Yahudi her cemaatten insanın bir arada mutlu mutlu demlendiği Samatya. İşçi ve patron ayrımının olmadığı muhabbetin en koyu olduğu mekânlar. Nubar, Enişte ve diğerleri. Sessiz, sakin,yalnız varsın öyle olsun. Varsın yalnız kalsın ama bozulmasın. Sürülmesin Samatyanın müdavimleri. Taksim de olduğu gibi git gide meydandan uzaklaşalım desek Samatya meydanının altı deniz. Düşmanmış gibi dökülüveririz denize mazallah.Zaten azınlığız bugünlerde.
Samatya dan kaçta çıktığımı hatırlamıyorum. Sabah kalktığım evin kime ait olduğunu da bilmiyorum. Ama herhalde 3-4 saat anca uymuştum. Cumartesi çalışıyoruz koştura koştura işe gittim. İşyerinin bünyesi de tatili kaldıramamış her şey karışıktı. Böyleyken öğlen olduğunda Boluya yapılması gereken bir teslimatı yapma görevine yardımcı pilot olarak dâhil oldum. Aman kimseler duymasın bendeniz 150 sürücü ve 100 civarında araçtan sorumluyum ve araba kullanamıyorum.
Bolunun benim için ayrı bir önemi var. 2 sene yaşadım Bolu da ve şimdiki beni oluşturan kararların birçoğunu Bolu da aldım. İyi kötü fark etmez. 17 yıldır gitmemiştim. Arada bir geçerdim bazen kenarından ama tünelde ve otobandan beri geçme işi de yalan olmuştu.15 dakikalık bir şehir turu yaptım. Öğrenci evimin önünden geçerken duygulanmadım desem yalan olur. Evi boyamışlar makyajı iyi. Ben şimdi ne kadar makyaj yapsam da malzememi bozuk ne tutmuyor. Ev benden iyi durumda çıktı. Neyse Bolu dönüşü Abanta uğrayıp güneş batarken yemeğimizi yedikten ve Sapanca kıyısında bir bardak çaydan sonra eve ulaştığımda gece 01.00 olmuştu. Bu arada bu fotoğrafı da yemek yerken masada bir enstantene oluşturarak yakaladım. Bu sefer makineyi de unuttuğumdan cep telefonu kullanmak mecburiyet olmuştu benim için


ve 25 nisan.Şu anda bu satırları arkadaşımın evinde yazıyorum. Yaklaşık 20 yıldır birbirini tanıyan 3-4 arkadaşız. Hep beraber oturduk sohbet ettik bu akşam. Çetinin yeni oğlu oldu. Deniz Ulaş hoş geldin bebek. Nuran hamile kız olacak benim isim önerim Ekin Su. Her neyse bir tatil daha böyle bitti. Bundan sonra bütün resmi tatillerde çalışmayacakmışız. Bünyemiz nasıl kaldıracak göreceğiz.Bir de üzerine bahar sarhoşluğu ne çarpar adamı.Hadi hayırlısı….
Foto 1-3 İzzet Tokur

22 Nisan 2010 Perşembe

23 nisan neşe doluyor insan.


Yarın 23 Nisan.
Yıllardır 23 Nisan benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. İşe personel alırken işe aldığım personellere dini bayramlar haricinde çalışıyoruz derken ve sabah işe gitmek için kalkarken ah ulan ah ne zaman şöyle resmi tatillerde çalışmayacağım bir işim olacak diye az homurdanmadım.
Geçen sene 1 Mayıs bayram ilan edildiğinde benim tepkim hah sabahları homurdanarak işe gideceğimiz günlere birisi daha eklendi şeklinde tepki vermiştim.
Taşımacılık sektöründe çalışıyorum. Bu sektöre girdiğim güne ayda bir lanet okumak hayatımın rutinlerinden birisi haline geldi. Siz şimdi soracaksınız niye ayrılmıyorsun kardeşim. Çünkü başka ne iş yapabilirim bilmiyorum
Her ne ise yarın 23 Nisan ve yarın tatil.
Bir insan günde 12-13 saat çalışıp haftanın 6 günü çalışırsa yarın tatil dediğinde ne yapacağını şaşırıyormuş.
Yarın 23 Nisan. ah çocuklar gibi şen olmalıyız. her şeye rağmen neşe dolmalıyız
Fotograf :İzzet Tokur

14 Nisan 2010 Çarşamba

TARİHSİZ MEKTUP


Bugün yıllar sonra ilk defa seni düşündüm. Elime alıp kâğıdı kalemi yazmalıyım dedim. Sonra aklıma geldi “ulan yazın çivi yazısı gibi her yazdığını okuyuşunda okuma yazmayı yeniden söküyorum sanki” deyişin.
Yazmalıyım dedim; yıllar sonra değil mi ki sen yazmıştın bana. Ne kadar uzaklaşmaya çalışsam da, kopmaya çalışsam da, unutmaya, geride bırakmaya çalışsam da.
Geride bırakır mı insan dostunu deme. Aynı o zaman senin yaptığın gibi yaptım bende. Nasıl ki sen beni bırakmıştın geride o yılbaşı sabahı giderken. Daha sonra; o en son görüşmemizde artık beni ve kimseyi görmeyi istemediğini söylerken. Unuttum sanma bunları. Unutmadım ama öfke de duymadım sana. Sadece zamana meydan okumadım. Zaman unutturur demişlerdi. Zaman her şeyin ilacı, yalanmış. Anladım.
Yazmalıyım dedim yıllar sonra. Bak bir aralık ayına daha yaklaşıyoruz. Senin ve benim doğduğumuz ay. Birbirimize yeni yaşımızın mutluluklar getirmesini söylediğimiz ay. Olmayacağını bile bile dilekler tuttuğumuz ve gözlerimizi yıldızlara çevirip belki de bir gidemeyeceğimiz orası kalacak dediğimiz ay. Hatırlıyor musun o günü. Ne çok içmiştik. Kadehler yetmemişti de ellerimiz de şişelerle çıkmıştık sokağa. Sonra yıldız parkında benim doğum günümü kutlamıştık. Orada yerden aldığım yaprak hala bende. Her boğumunda bir isim, altı isim var orada. İkisi toprakta şimdi, birisi okyanusları aşan uzakta, bir diğeri hatırlamıyor hiçbir şeyi. Unutmak istedi ve başardı da. Sen ve ben kaldık. Hala isimlerimiz yazıyor üzerinde. Kaç sene geçti biliyor musun? 16 sene. 192 ay.5824 gün O kadar yaşlı bir yaprak ve bana hala o günü anlatacak kadar genç.
Yazmalıyım dedim yıllar sonra. Sevdiğin kız evlendi. Görüşmüyorum artık onunla da. İlk ayrıldığınızda evlenirken bana mı sordulardı da ayrıldıklarında birinden birini tercih edeyim demiştim ya sonrada duymuştum bu lafıma ne çok kırıldığını, zaman geçtikçe görüşmez olduk senin gibi onunla da demek ki hayatımızda ortak olan senmişsin. Sen çıkınca aradan; dostlukta yokmuş arkadaşlık ta.
Ne deli çocuklardık, rüzgâra karşı yürür, fırtınaya karşı savaşırdık. Don kişot sanırdık kendimizi, yüreğimizde aldonz lorence'nin aşkı. Kafamız sürekli dumanlı.
Yazmalıyım dedim yıllar sonra. Sen ki içimdeki özgürlüğün kenarı yanık yanısın. Yüreğimin sevdaya sürgün zamanlarının can yoldaşı. Zor zamanlardı. Ölümün elleri ellerimize değdiğinde dahi ölümle alay edercesine güldüğümüz zamanlardı. Şimdiki kadar olmasa da dost dediklerimizin ihanetlerini gördüğümüz zamanlardı. Yemek yediğimiz sofralar da suskun yüzlerin arasında kendimizle hesaplaştığımız zamanlar. İçimizi kanırtarak çıkarttığımız duyguları suskun çığlıklara boğduğumuz zamanlardı. Zor zamanlardı

Yazmalıyım dedim yıllar sonra. Göndermeye cesaretim olmayacağını bile bile. Uzaklaşmak için senden ve diğerlerinden, gerçekleşmeyecek sisli hayallerden, Hatırlamak için yazmalıyım her seferinde içimdeki çocuğu öldürmeye çalışan seni ve diğerlerini.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Objektife takılanlar.12.04.2010


-Yapı kredi bankasında kredi aldığınız zaman kapatmak için tekrar aldığınız şubeye gitmeniz gerekiyormuş. Nasıl yani bu nasıl on-line. Şu anda bütün güvercinlerimiz meşgul daha sonra tekrar deneyin.
-Diş çektirmede 2. Perde. Bir tane daha gitti kaldı 1. 3. Perde sonunda bende biteceğim galiba. Nefret ediyorum arkadaş dişçi koltuğundan.
-Ateistler papanın İngiltere ziyaretinde tutuklanmasını isteyecekmiş. Suçlama insanlığa karşı suç işlemek. Helal olsun be...
-Yine İngiltere ’den bir haber. Sevgilini terk etmek arkadaşını terk etmek kadar üzmüyormuş insanı. Sonunda haklılığım tespit edildi.
Erkekle kadın arasındaki 50 fark çıkartılmış. Bazıları çok ilginç
“Erkekler yorulduğu için evlenir kadınlar meraklı olduğu için. Sonuçta ikisi de hayal kırıklığına uğrar” ”
"kadın bir koca buluncaya kadar gelecekten endişe eder, erkek evlenecek bir kadın buluncaya kadar gelecekten endişe etmez.”
“ Bir kadın bir erkekle onun değişeceğini umarak evlenir ama o değişmez. Bir erkek bir kadınla onun değişmeyeceğini umarak evlenir ama o değişir.”
” Evli bir erkek hatalarını unutmalıdır. İki kişinin birden aynı şeyi hatırlamasına gerek yoktur.”
”Evli erkekler bekârlardan daha uzun yaşar. Ancak evli erkekler ölümü daha çok arzular.”
Ve son söz; Maille gelen bir deyiş.
Bir Çin atasözü der ki;
çang çin çong vancing hong, jean heng cloud ching kong
kadin peşinde koşmanın zararı yoktur, zararlı olan onu yakalamaktır. Bir başkası derki;
ming yu cuang gang gu bankgung tyu tang ging gu toprak
Koca define gibidir, bulmak çok büyük şanstır. Ama bir an evvel gömmek gerekir!
Not: Bu maili bana gönderen evlen deyip duruyor. Bu ne yaman çelişki anne.

11 Nisan 2010 Pazar

OBJEKTİFE TAKILANLAR

11.04.2010

Üniversite sınavları yapıldı. Yarışa hazırlanan beygir gibi yetiştirilen bizden sonraki nesile sınavdan sonra üniversiteyi kazanırlarsa değerini bilmelerini tavsiye ediyorum. Nede olsa okulu bitirince iş bulabilirlerse zincirsiz köle modun da çalışmaya başlamadan 4-5 seneleri daha var. Sınavı kazanamayanlar üzülmesin şöyle düşünsün;" diğerlerinden 4 sene önce emekli olacağım. Onlar çaylak olarak geldiğinde kafadan 5 sene tecrübeliyim."

Solomon adalarında 7,5 şiddetinde deprem oldu. Haiti de ve Arjantinde yaşanan depremde bile önemli değil bize çok uzak diyenlere Marmara da şöyle 4-4,5 şiddetin de bir hatırlatma sarsıntısı bekliyorum. O zaman belki akıları başlarına gelir. Gerçi Adapazarı depreminden sonra dışarıda yatan İstanbul halkının mangal partilerini hala unutmuş değilim.

Polonya devlet başkanı ülkesine götürüldü. Polonya halkının başı sağ olsun
Starbuck ABD de kahve dışında bira ve şarap satmaya başlamış. Darısı bizim starbuckların başına.
Çin de ithalat artmaya başlamış, eh sonu Türkiye gibi olacak herhalde. Biraz uzun zaman alır ama ürettiğinden fazlasını almaya başlamış bile. Demek ki Çin halkı da kalitesizliğin farkına vardı. Bizimkiler hala aynı kafa da gidiyor. Param olsa da Çin den bir şeyler getirsem.
Esnafa 30 maddelik paket sunulmuş. Bu hükümetin tek işi paket hazırlamak ancak paketlerin ambalajı iyi içi boş.
Office 2010 bazı kısıtlamalarla birlikte ücretsiz olacakmış. Araya reklam alacaklarmış. Şaka gibi ya. Bizim teknik servis müdürüne haber vermem lazım. Kısıtlamalarda olsa Open Office e den kurtulabiliriz.
Evde hasta olduğu zaman hasta ziyaretinin neden 3-4 saat sürmemesi gerektiğini yaşayarak öğrendim. Bu kafa ile yarın dinlenmiş olarak nasıl işe gideceğim… Bu konuya mim koyalım: Bu konuda uzun uzadıya yazabilirim.
8-9 Mayısta mersinde olacağım. Sarı keçililere sadakat. Yörüklerin göçü başlıyor. Destek vermek isteyenleri bekleriz.Ayrıntılı bilgi http://www.kesfetmekicinbak.com/


fotograf 1-2 alıntı
fotograf 3 izzet tokur

ÇOCUK YETİŞTİRMEK ÜZERİNE


Çocuk yetiştirmek büyük sorumluluk ister kardeşim. Çocuğa sahip olamasam da ( sanki mal dan bahsediyoruz. Bahsettiğimiz kanıyla canıyla insan işte.) yeğenim vasıtasıyla az buçuk çocuklarla haşır neşirim. Hele çevremdeki insanların çocuklarına mal gibi bakışını görünce (lafım meclisten dışarı ama üzerine alınmak isteyen mal varsa alınabilir) iki çift laf edeyim dedim bu konuda.
Tanıyanlar arasında hani hiç evlenmemişsin kadersiz başım evde kaldım havalarında hiç değilsin sana ne çocuk yetiştirmekten be kardeşim diyenler çıkabilir .
Eh durum böyle olunca bu yazıyı yazmak nerden aklıma geldi şimdi.
Yeğenim şu anda 11 yaşında. Konumuz kendisine verilen bir ödevden çıktı. Kendileri ödev oldu mu hemen hazırlar bunun için zorlamaya ihtiyaç duymaz. Hasta olduğu zaman okula gidemeyeceğim diye ağlar. Anlayacağınız bizimki Nevi şahsına münhasır tiplerden birisidir dayısı gibi. (Gerçi dayısı okuldan kaçmak için elinden geleni ardına koymazdı ya neyse. Hatta lise son sınıfta 3 ay devamsızlık yapıp teşekkür almış birisi olarak kurul kararı ile liseyi bitirmiş ayrı bir cinstir. Neyse reklamı kısa keselim)Bilumum sayıda burs teklif edilir kendilerine. Çeşitli birincilikleri bulunmaktadır. Çocukluktan gelen bir kalp romatizması hastalığı olduğundan 3 hafta da bir hastaneye gidip penisilinin nasıl vurulması gerektiği ile ilgili hemşire ve doktorlarla tartışabilir.Ardından da yasak olduğu halde koşuya ve yüzme yarışmasına katılır.Üstüne üstlük birinci olur sonra dayısı ile yüzmeyi bilmediği için dalga geçer Duygusaldır hele üzüldüğünde bir dudak bükmesi var ki sanırsınız canından can kopmakta. Bir anı aktarayım bu arada; Bizimki 3 yaşlarında kuzenim bilgisayarı açmaya çalışıyor. Bilgisayar açılmamakta inat ediyor. Yeğenim kuzenime bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Bilgisayar diski çıkartın mesajı vermekte. Kuzenim niye açılmıyor bu derken bizimki öf anlamadı tarzında bir hareketle disk düğmesine bastı. Kuzenim 3 yaşındaki çocuğa madara olmanın vermiş olduğu bir şaşkınlıkla nasıl yani dedi.
Ödeve geri dönelim isterseniz. Okuduğu okulda öğretmeni bir ödev vermiş hayran olduğunuz bir sanatçının özellikleri, nelerden hoşlanır nelerden hoşlanmaz vs İngilizce bir yazı hazırlanacak. Bizim ki hemen Emma Watson hakkında bir şeyler hazırlamış. Hatta çıktıları almasına vs yardım ettik. Okula gitmiş sınıftaki bütün erkekler Kıvanç Tatlıtuğ kızlar ise Beren Saat hakkında ödev hazırlamış sunum yapmış. Bizimki sormuş Beren Saat kim. Sınıftaki herkes gülmüş. Beren saat şu Bihtermiş meğerse. Öğrenmiş olduk.
Kızıyorum şu ablama bazen. Eh tabi sen çocuğa sürekli CNBC-E dizilerini seyrettirirsen, çeşitli belgesel kanallarda belgesel seyretmeyi alışkanlık haline getirip okumayı yazmayı sökerken bilimsel kitaplara alıştırırsan, matematiği sevmesini sağlarsan, her gece çocuğuna kitap okuyup ardından kitap okumayı alışkanlık haline getirirsen, bir de üstüne üstlük toplumsal olaylar hakkında çocuğun yanında konuşursan eğitim sisteminin yanlışlığından bahsedersen olacağı bu. Bak sen soruya Beren Saat kimmiş. Yetiştiremedik çocuğu. Cahil kaldı bizim çocuk.


fotograf:izzet Tokur

10 Nisan 2010 Cumartesi

YAŞAMIMIZIN KADRAJI



Kadraj fotoğrafçılık ile ilgili teknik bir terimdir.
Vikipedia kadrajı şöyle tanımlar “Kadraj (çerçeveleme), fotoğraf makinesinin vizörün de görünen görüntüdür, yani fotoğraf karesinin içine dâhil edilen her şey kadrajdır. Kadraj dijital fotoğraf makinelerinde, kameralarda daha doğrusu bir görüntüyü netlemek için kullanılan makinelerde vizörden bakınca görünen çerçevedir. Kadraj çoğunlukta elektronik aletlerde bulunur ve insanlara gösterilmek istenen objeler üzerinde netlik pozlama ve saf görüntüyü sağlamak için kullanılan terimdir.”
Peki, günlük yaşantımızda kadrajı nasıl ayarlayacağız. Yaşadığımız dünyadaki çirkinliklerin, çelişkilerin hangisini gözümüzün ve gönül gözümüzün çerçevesinin sınırları dışında tutacağız. İnsan neleri göz ardı eder hayatında ve başka bir soru neleri hayatının içine dâhil eder. Neleri dâhil edeceğini neleri göz ardı edeceğini ne belirler.
Bu kişiden kişiden kişiye değişir. Hatta bazen zaman içerisinde aynı kişinin içinde bulunduğu yere o an ki düşüncelerine göre de değişir. Mesela 20 yaşın delikanlılığında olaylara bakışımız ile 30'lu yaşlarda olaylara bakışımız bir çoğumuz da farklıdır. Keza daha ilerleyen zaman dilimlerinde kim bilir neler değişecek hayatımız da. Neler önemli olacak bizim için.
Bence her an tektir. DEJAVU sadece filmler de ya da rüyalarda olur. Birisi kurgulanmıştır diğeri bilinçaltıdır. Bu yüzden gördüklerimiz ve tepkilerimiz o ana dair teklikler içerir. Özeldir. Bunu belirleyende gözümüzün ve gönlümüzün yaşamda görmek istedikleridir.
Keşke Büyük Usta Nazım gibi sorabilsek
"Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortalarındaki Küba'nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm
ölsem gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstad"

Keşke Abidin DİNO gibi cevap verebilsek
"Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
işçiler gözler yolunu.
inebilseydin o vapurdan
Ayağında Varna'nın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
Hasretle kucaklayabilseydim
Seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
Kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik meserret kahvesine,
ilk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
O günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler...
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız,
Anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye'yi
Bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.

işte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tual yeterdi;
Ne boya..."
Keşke Dianne Dengel resimlerindeki gibi çizebilsek mutluluğu.
Kadrajımızı hep mutluluğa sevince ayarlayabilsek