31 Mayıs 2010 Pazartesi

..

Uzun zaman olmuş sevgili blog
Neler oldu bu 3 haftada hadi seninle beraber bakalım.
Hatırlarsan en son 15 Mayıs günü konuşmuştuk. 15 Mayıs günü öğlenden sonra 16.45 de gelen telefonla canım çok sıkıldı. Ailemizde bir jenerasyonun son üyesi terzili annem hayatını kaybetmişti. Bu yüzden samsuna gittim. Samsun 16 mayıs da samsun güzeldi. Gelincik tarlaları bezemişti her yanı. Ancak güzellik siyah beyaz bir acı dolu idi bizim için. Daha 3 ay önce yaptığımız konuşmada hadi yazın görüşürüz diye ayrılırken ben bu sene iyi değilim yazı göremem daha önce gelirsin demişti. Aynen dediği gibi oldu. 3 ay önce dedemin cenazesinde Bir tek ben kaldım. Beni de götür diye ağlamıştı dediği gibi oldu galiba.

Sonra başka neler oldu. Histone kuruldu. Aslında yaklaşık bir ay önce kurulmuştu ama ilk tekliflerimizi verdik. Histone bizim şirketimiz. Yani yarın atılsam işe başlayamama gibi ya da ben ne yaparım kaygımın olmadığı bir yatırım benim için. Gerçi maaşı alınca bir ortak çıktı denilebilir. Yok, şirket kuruluşu, Web sitesi, müşteri ziyaretleri için ziyaretler vs derken astarı yüzünden pahalıya geldi ama olsun. Bir çocuğum oldu diyelim. Laf aramızda bugün ilk sözleşmemizi imzaladık. Dün gece 2 ye adar sözleşme üzerinde uğraşmıştım. Küçük bir iş ama gene de bir iş işte. İşi kurduktan sonra bu işin olabileceği yapılabileceği üzerine bir umut benim için.

Geçen hafta sonu birlikte kahvaltı ettiğim bir arkadaşımda bizim çocuk büyürken emek vermek istediğini söyledi. Sende arkadaşlarına söylersin değil mi blog. Belki bir şeyler daha katarız beraber. Ne düşünüyorum biliyor musun belki bir gün şimdi beraber olan herkes aynı çatı altında ortak kararlar alıp eski gibi kolektif içinde güzel şeyler yaratabiliriz. Bir de ne düşünüyorum bir çiftliğimiz olsa söyle herkesin ayrı evlerinin olduğu ama ortak yaşam alanlarının bulunduğu neyse bunlar uzak hayaller
Dünde çorum da idim. Sana Kenmemo 'nun öyküsünden bahsedeyim. Zehir gibi akıllı iki genç adam. Ama umutsuzluk içindeler. Onlarla bir şeyler yapmaya çalışacağız şimdi.
Umarım onlar içinde bizim içinde iyi olur diye düşünüyorum.
3 hafta da başka neler oldu. İşyerinde sıkıcı olaylar yaşanıyor. Acayip bunaldım. Hatta saçım ve sakalım hiç olmadığı kadar beyazladı. Değerlerimle çelişmem isteniyor. Yapamıyorum. Umarım hayırlı olur.
Bu sene hemen her hafta dışarıdayım. Leyleği havada gördüğüm söyleniyor. Ben dün leyleği hem havada hem suda gördüm. Ayrıca kartalda gördüm. Gördüğüm ilkel ve yararlı su değirmenini de geçmeyelim.İlginç bir yolculuk oldu benim için.

Bu arada biraz önce koltuğu bu ay 4 kez kırdım. Galiba kilo vermem gerekiyor

Çağrı




Bugün 31.05.2010. Bugün israil açıklarında insanlık bir kez daha öldürüldü.
Dünya alıştı artık küçük çocuk genç yaşlı kadın erkek demeden insanlığımızın her gün bombalarla, kurşunlarla, snipperlar la katledilmesine.
Alışmamalıyız oysa.
One minute demeye benzemiyor değil mi; Ülkemi terk edin demek.
Öne minute demeye benzemiyor kendi Musevilerine tepkisiz kalmayın demek.
Gazze de bombalar yağarken, bombalar altında insanlık katledilirken İsrail büyükelçisini sadece kınayanlar biraz zaman sonra Davos ta koltukta one minute diyerek meydan okumuşlardı. Ve işte tam 1,5 yıl sonra bu sefer yardım gemileri vuruldu. Sn: One minute Hadi gemiyi vuranların uluslararası mahkemede yargılanması için BM' lere teslim edilmesini isteyin ya da sizde İsrail’e şu muhteşem gücümüzü gösterin. Gerçi koltuklar üzerinde one minute demeye benzemez Chavez gibi ülkemi terk edin yoksa sizi tutuklayacağım demek.
Sadece Sn:One minute ‘den bir şeyler beklemiyoruz. Hitler faşizmine direnen Musevileri İsrail faşizmine direnmeye çağırıyoruz, insanlığın ölmemesi için bir şeyler yapmak lazım.

11 Mayıs 2010 Salı

Sarıkeçililer durmasın


7 Mayıs günü Türkiye’nin son konar- göçerleri olan sarı keçililer ile beraber olmak yürüyüşlerine başlamadan onları desteklemek için mersin in Gülnar ilçesine doğru yola çıktık.
Uçaktan inmemizin ardından adana dan alacağımız Şafakların evine gittik. Sabah günün ilk ışıkları ile yola koyulduk. Dehşet verici güzellikteki kanyonlardan ve yaylalalar dan geçerek Gülnar a vardık. Gülnar küçük bir ilçe. Burada yapılan panele katıldık. Panelde ağırlıklı olarak Sarı keçililer Yörüklerinin doğal yaşamın ne kadar önemli bir zinciri olduğundan bahsedilerek özellikle Yörük kültürünün yok edilmemesi gerektiği ve Sarı keçililerin yaşam alanlarının göç yollarının son dönemde kısıtlanmasından dolayı ortaya çıkan sıkıntılardan bahsedildi. Sarı keçililerin en önemli gelir kaynağı olan hayvancılığın ortadan kaldırılmaya çalışılmasına karşı alınabilecek önlemler konuşuldı.
Arkasından göç yollarına düştük. Gülnar ‘dan 20 km ötede yaylalara. Çadırlar hazırlandı. Gelen insanlarla tek tek ilgilenilmeye başlandı. Yörüklere özgü eğlence, kına gecesi yapıldı. Gecenin ilerleyen saatlerinde bir kısım insan yorgunluktan battaniye altında sızarken bir kısım insan ateş başlarında toplanmaya başladı. Hiç tanımadığın insanlarla hiç tanımadığın yerlerde yapılan sohbetlerin tadına diyecek yoktu.
Sabah kahvaltıda yediğimiz gözleme kadar tatlı idi .Sarıkeçililer derneği başkanı Pervin hanımın herkese aç kalmayın , içiniz ısınsın diye çay getirmesi ,gözleme ikram etmesi Yörük misafirperverliğinin simgesi idi.
En güzeli de akşam olmadan hemen önce bazı insanların yanınıza gelip uzaktan geldiniz buralar geceleri soğuk olur hadi evlerimize gidelim, yemeğimizi yiyin sohbet edelim demesi idi. Kalmadı bitti dediğimiz adetler bunlar. Keşke yaşasaydı dediğimiz adetler. İç çekerek kitaplarda okuduğumuz… Yaşayan canlı örneklerini görmek istiyorsanız Toroslara gidin. Yaşar kemalin kitaplarında anlattığı 5 direkli Yörük çadırlarının anlatıldığı, kıl çadırda yaşayan keçi sütünü yoğurdunu yiyerek beslenen, kullanacağı bütün eşyaları kendi üreten, elektriği bilen ama uzak duran insanların yaşadığı Torosları görmek istiyorsanız vakit kaybetmeden gidin. Kim bilir sizde ayrılırken belki benim gibi keşke hep burada kalma şansım olsaydı dersiniz.
Not:17-18 Temmuzda Isparta Yörükleri Isparta da toplanacaklar.

4 Mayıs 2010 Salı

Benim şehrim Benim Samatyam


Aralıklarla da olsa yıllardır İstanbul da yaşıyorum. İlk geldiğim zamanlarda zannedersem 4-5 yaşlarındaydım. İstanbul Aksaray da oturuyorduk. Evimizin önünde bir otobüs durağı vardı. Etyemez otobüs durağı. Okumayı yazmayı sökünce 12 Eylül’ün sıkıntılarını bilmediğimden 24 Ocak kararlarından haberdar olmadığımdan eve pek et girmemesinin sebebini durağın ismine bağlamış olabilirim.
Evimiz bir apartmanın 5. Katında idi. Balkon olarak kocaman bir teras kullanıyorduk. Eski Türk filmlerini özellikle Metin Akpınar Zeki Alasya filmlerini izleyenler bizim evlerimizi görmüştür. Hani tren yolunun üzerinden geçen bir köprü vardı. Kenarında bahçe içerisinde eski ahşap evler. Bizim oturduğumuz apartmanların tam karşısı idi o bölge. Evlerimizin arkasında içinde kocaman bir ceviz ağacının olduğu bir bahçemiz vardı. O zamanlar o bölgedeki bütün evlerin arkasında bahçeler mevcuttu. Çocukluğumuz o bahçeden bu bahçeye girerek, bostanlar arasındaki çocuk bahçelerinde oynayarak geçti. Evimizin 2 Durak ötesi Samatya.

Bir çoğu için Samatya Ali haydarın Vakkas la kapıştığı, Vakkasın oğlunu kovaladığı Hanımla afeti devran Neriman’ın kapıştığı, Nerimanın kardeşi iğrenç Şeco’nun esnafa kan kustururken karısının peşinde koştuğu meydan.
Samatya benim için Koca Mustafa paşa istasyonuna giderken içinden geçtiğimiz kocaman meydan. Evimizin yanın da ki hastanenin adı. Sahillerinde top oynayıp, uçurtma uçurduğumuz yerler. O zamanlar Aksaray –k.Mustafa paşa –Samatya-Yedikule hattı ağırlıklı gayrı Müslim ve Müslümanların dostça yaşadığı yerdi. Mesela apartmanımızın girişindeki Necati amca ermeni idi. En alt komşumuz Suzan teyze ermeni idi. Çocukluğumuz onların çocukları ile oynayarak geçti. Akşamlar karşı komşumuzla makarna partileri yapardık. Yan apartmandaki maviş teyzenin evine gitmek istediğimizde şimdi kim 5 kat inip çıkacak diye çatılardan atlayarak evden eve geçerdik. İlk uçurtmamı arkadaşım şükranın annesinin dayısı yapmıştı. Güzel günlerdi.
Daha sonra bizim evlerimizin olduğu yeri hastane yapacaklarını söyleyerek yıktılar. Biz bahçelievler'e taşınmak zorunda kaldık. Herkes bir yerlere dağıldı.


Yıllar sonra iş yerinde bir arkadaşım her akşam takıldığı yere beni, götürdü. Çocukluğumun tarihi bütünleştiren kilise çanları ve ezan seslerinin birbirine karıştığı o muhteşem meydanına gittim. Bir daha da çıkamadım denilebilir.


Şimdi Samatya benim için Samatya balık evinin usta garsonu Erol’un geçerken bile hoş geldiniz dediği yer. Şarap sokağındaki Evdoksiya günbilir’in restoranında humus yediğim yer. Antik restoranda şakalaşarak nubar ve enişte ile arada bir demlendiğim yer. Çoğunun bilmediği ocak başında Samatya’nın müdavimleri ile yanında en iyi mezesi olan sohbet ile rakının tadını ve kokusunu içine çektiğim yer. Mesela zeki Müren hayranı Nubar, Mesela denizci emeklisi şef Enişte, Mesela emlakçı, Mesela Hasan hoca. Mesela bizim şirketten tekaüt Gürsan, Mesela adını hatırlayamadığım diğerleri. Mesela geçenlerde kaybedilen müdavim her şeye muhalefet Castro ve onun en yakın arkadaşı Mikail.
Evet, bir müdavim daha terk etti Samatyanın arka sokaklarını. Ben o gece orada değildim ama orada olanlar anlattılar. O gece Castro’nun her zaman oturduğu masaya bir rakı bardağı içine gül konularak bir bardak rakı ve yanına bir bardak su konulmuş. Masaya bir mum yakılmış. Maç olması nedeni ile hınca hınç dolu meyhanede o masaya kimse oturmamış. Sadece Mikail oturmuş. 90 dakika boyunca gözyaşlarını masaya akıtmış. Kimse o masadan sandalye almamış. Herkes masaya bakıp gidenin şerefine kadeh kaldırmış.


Nubar, Enişte,Gürsan ve diğerleri. Bizim insanlarımız.Sessiz, sakin,yalnız. Varsın öyle olsun. Varsın yalnız kalsın ama bozulmasın. Sürülmesin Samatyanın müdavimleri. Taksim de olduğu gibi git gide meydandan uzaklaşalım desek Samatya meydanının altı deniz. Düşmanmış gibi dökülüveririz denize mazallah.Zaten hepimiz azınlığız bugünlerde.

Toplumumuzun renkleri olan dilimize pelesenk olmuş azınlık kardeşlerimizle bütünleşmenin bu derece olduğu sokaklar, semtler mahalleler pek kalmadı artık. Bu müdavimler de kalmadı, bu adetlerde kalmadı. Hüzünlü bir son baharın son demlerini yaşıyor Samatya Meydanı. Sonu kış. Sonu volkan. Sonu Pompei ki küller saklamıyor çağımızda hiçbir şeyi. Karlar tamamen üzerini kapatmadan gidin görün Samatyayı. Birazcık hoşgörüye önem veriyorsanız birazcık sohbet ise içmekteki amaç ve birazcık mutluluksa istediğiniz gidin görün Samatya yı. Biraz daha beklerseniz kaybolacak çünkü. Samatya yeni yüzyılın yozluğuna yenik düşüp küllerin altında kalsa bile Samatya da ki kültürün yaşaması için gidip görmek gerek.



NOT:Fotograflar Facebook Samatyadan grubundan alınmıştır.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Bir ben var benim içimde


Bugünlerde aklıma eseni yapmaya başladım. Aslında uzun zamandır planlı yaşamaya çalışanlardanım.
Bu yüzden sıkıcı bir yaşantı sürdürdüğüm söylenilebilir. Ancak bu sıralar farklı davranıyorum. Farklılığımın sebebi yeni ben’e uyum sağlayamamak denilebilir. Çünkü eski Ben de yani gençlik zamanlarındaki halimde böyleydi benim. Aklına eseni yapan deli dolu bir genç adam düşünün. Zaman değiştirir demişlerdi. Bende buna adam akıllı inanmaya başlamıştım. Öyle ya hiç çalışmazken çalışmaya başlamak üstüne üstlük bazen 2-3 gün gıkını çıkarmadan çalışmak, evden işe işten eve bir adam. Cumartesi akşamları arkadaşlarla buluşup bazen geçmişi yâd etmek. Mesela eskiden kafana bile takmayacağın bir konu hakkında saatlerce tartışmak ya da bir talk Show hakkında sohbet etmek. Yok, yok canım bundan 17-18 sene önce bunlarda neymiş derdim ben.
Bugünlerde de demeye başladım. Bu hafta gençliğime tam ters taraftan bakmaya başladım. Yaptıklarım ve yaşadıklarım taban tabana zıt. Ama aklıma eseni yapıyorum işte. Nemi yapıyorum. Bugün işten çıktım. Saat 19.30 civarında galata köprüsü civarında idim. Arkadaşlarla buluştuk siparişi verirken ben sanki Eminönü’ne ya da Taksime gitme kararı vermişçesine ben bu akşam trenle Ankara’ya gideyim yarın sabah arkadaşlarla kahvaltı yapayım gün içinde başka bir arkadaşım var onu göreyim yarın akşam trene binip geri dönerim dedim. Tren biletimi aldım şu anda bu satırları trenden yazıyorum. Cebimde bulunan son 35 lira ile Ankara yoluna düştüm. Eskiden de böyle beş parasız yolculuklar yapardım. Gençliğime mi dönüyorum ne?
Galiba her bahar olduğu gibi bu baharda gene depreştirdi içimdeki asi adamı.