4 Mayıs 2010 Salı

Benim şehrim Benim Samatyam


Aralıklarla da olsa yıllardır İstanbul da yaşıyorum. İlk geldiğim zamanlarda zannedersem 4-5 yaşlarındaydım. İstanbul Aksaray da oturuyorduk. Evimizin önünde bir otobüs durağı vardı. Etyemez otobüs durağı. Okumayı yazmayı sökünce 12 Eylül’ün sıkıntılarını bilmediğimden 24 Ocak kararlarından haberdar olmadığımdan eve pek et girmemesinin sebebini durağın ismine bağlamış olabilirim.
Evimiz bir apartmanın 5. Katında idi. Balkon olarak kocaman bir teras kullanıyorduk. Eski Türk filmlerini özellikle Metin Akpınar Zeki Alasya filmlerini izleyenler bizim evlerimizi görmüştür. Hani tren yolunun üzerinden geçen bir köprü vardı. Kenarında bahçe içerisinde eski ahşap evler. Bizim oturduğumuz apartmanların tam karşısı idi o bölge. Evlerimizin arkasında içinde kocaman bir ceviz ağacının olduğu bir bahçemiz vardı. O zamanlar o bölgedeki bütün evlerin arkasında bahçeler mevcuttu. Çocukluğumuz o bahçeden bu bahçeye girerek, bostanlar arasındaki çocuk bahçelerinde oynayarak geçti. Evimizin 2 Durak ötesi Samatya.

Bir çoğu için Samatya Ali haydarın Vakkas la kapıştığı, Vakkasın oğlunu kovaladığı Hanımla afeti devran Neriman’ın kapıştığı, Nerimanın kardeşi iğrenç Şeco’nun esnafa kan kustururken karısının peşinde koştuğu meydan.
Samatya benim için Koca Mustafa paşa istasyonuna giderken içinden geçtiğimiz kocaman meydan. Evimizin yanın da ki hastanenin adı. Sahillerinde top oynayıp, uçurtma uçurduğumuz yerler. O zamanlar Aksaray –k.Mustafa paşa –Samatya-Yedikule hattı ağırlıklı gayrı Müslim ve Müslümanların dostça yaşadığı yerdi. Mesela apartmanımızın girişindeki Necati amca ermeni idi. En alt komşumuz Suzan teyze ermeni idi. Çocukluğumuz onların çocukları ile oynayarak geçti. Akşamlar karşı komşumuzla makarna partileri yapardık. Yan apartmandaki maviş teyzenin evine gitmek istediğimizde şimdi kim 5 kat inip çıkacak diye çatılardan atlayarak evden eve geçerdik. İlk uçurtmamı arkadaşım şükranın annesinin dayısı yapmıştı. Güzel günlerdi.
Daha sonra bizim evlerimizin olduğu yeri hastane yapacaklarını söyleyerek yıktılar. Biz bahçelievler'e taşınmak zorunda kaldık. Herkes bir yerlere dağıldı.


Yıllar sonra iş yerinde bir arkadaşım her akşam takıldığı yere beni, götürdü. Çocukluğumun tarihi bütünleştiren kilise çanları ve ezan seslerinin birbirine karıştığı o muhteşem meydanına gittim. Bir daha da çıkamadım denilebilir.


Şimdi Samatya benim için Samatya balık evinin usta garsonu Erol’un geçerken bile hoş geldiniz dediği yer. Şarap sokağındaki Evdoksiya günbilir’in restoranında humus yediğim yer. Antik restoranda şakalaşarak nubar ve enişte ile arada bir demlendiğim yer. Çoğunun bilmediği ocak başında Samatya’nın müdavimleri ile yanında en iyi mezesi olan sohbet ile rakının tadını ve kokusunu içine çektiğim yer. Mesela zeki Müren hayranı Nubar, Mesela denizci emeklisi şef Enişte, Mesela emlakçı, Mesela Hasan hoca. Mesela bizim şirketten tekaüt Gürsan, Mesela adını hatırlayamadığım diğerleri. Mesela geçenlerde kaybedilen müdavim her şeye muhalefet Castro ve onun en yakın arkadaşı Mikail.
Evet, bir müdavim daha terk etti Samatyanın arka sokaklarını. Ben o gece orada değildim ama orada olanlar anlattılar. O gece Castro’nun her zaman oturduğu masaya bir rakı bardağı içine gül konularak bir bardak rakı ve yanına bir bardak su konulmuş. Masaya bir mum yakılmış. Maç olması nedeni ile hınca hınç dolu meyhanede o masaya kimse oturmamış. Sadece Mikail oturmuş. 90 dakika boyunca gözyaşlarını masaya akıtmış. Kimse o masadan sandalye almamış. Herkes masaya bakıp gidenin şerefine kadeh kaldırmış.


Nubar, Enişte,Gürsan ve diğerleri. Bizim insanlarımız.Sessiz, sakin,yalnız. Varsın öyle olsun. Varsın yalnız kalsın ama bozulmasın. Sürülmesin Samatyanın müdavimleri. Taksim de olduğu gibi git gide meydandan uzaklaşalım desek Samatya meydanının altı deniz. Düşmanmış gibi dökülüveririz denize mazallah.Zaten hepimiz azınlığız bugünlerde.

Toplumumuzun renkleri olan dilimize pelesenk olmuş azınlık kardeşlerimizle bütünleşmenin bu derece olduğu sokaklar, semtler mahalleler pek kalmadı artık. Bu müdavimler de kalmadı, bu adetlerde kalmadı. Hüzünlü bir son baharın son demlerini yaşıyor Samatya Meydanı. Sonu kış. Sonu volkan. Sonu Pompei ki küller saklamıyor çağımızda hiçbir şeyi. Karlar tamamen üzerini kapatmadan gidin görün Samatyayı. Birazcık hoşgörüye önem veriyorsanız birazcık sohbet ise içmekteki amaç ve birazcık mutluluksa istediğiniz gidin görün Samatya yı. Biraz daha beklerseniz kaybolacak çünkü. Samatya yeni yüzyılın yozluğuna yenik düşüp küllerin altında kalsa bile Samatya da ki kültürün yaşaması için gidip görmek gerek.



NOT:Fotograflar Facebook Samatyadan grubundan alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder